İnsanın Anlam Arayışı — Kitap İncelemesi

M. Safa Orakçı
Türkçe Yayın
Published in
8 min readJul 15, 2023

“Yaşamak acı çekmektir, yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmakla mümkündür.” Victor E. Frankl

“İnsanın Anlam Arayışı” kitabına dair sürekli alıntı yapılan şu söze denk geldiğimde bu kitabı okumak için içimde derin bir istek uyanmıştı. Bu söz Nietzsche’nin “Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıla dayanabilir” sözüydü.

Okunacaklar listemin baş köşesinde uzun süre durdu bu kitap, her seferinde okumaya niyet ettiğimde ise araya başka kitaplar girdi. Yaşadığım erteleme durumu kitaba olan ilgimi git gide arttırıyordu. Geçenlerde kitaba dair karşıma çıkan başka bir alıntıdan sonra -“Yaşamak acı çekmektir, yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmakla mümkündür.”- artık onu okumam gerektiğine karar verdim ve hiç adetim olmamasına rağmen başladığım gün bitirdim. Neredeyse her satırının altını çizdiğim bu kitap aynı zamanda hakkında yazı yazma isteği uyandıran ilk kitap olması açısından da benim için farklı bir yere sahip oldu.

Kitabı okumadan önce bu tarz alıntılar görmek beni kitabın melankoliyi yücelten kasvetli bir tarzı olduğuna dair yanıltmıştı. Kitabı okuduğumda ise onun oldukça bilimsel verilere dayanan, psikolojik ve felsefi yönü olan bir eser olduğunu anladım. Üstelik dili de oldukça akıcı ve edebi değeri yüksekti.

Kitap iki bölümden oluşmakta. İlk bölüm yazarın toplama kamplarında yaşadığı deneyimleri anlatıyor. İkinci bölüm ise Frankl’ın tutukluluk döneminde elde ettiği çıkarımlarla geliştirdiği “logoterapi” yönteminin ilkelerini açıklamaya ayrılmış.

”Hem kendim hem de sorunlarım, kendi yürüttüğüm ilginç bir psikolojik araştırmanın nesnesi olmuştuk.”

Toplama Kampı Deneyimleri

İlk bölümde tasvir edilen azap dolu bir tutsaklık döneminde bile insanların her şeye katlanabilme potansiyelini keşfeden yazar bunun nasıl mümkün olabildiğini sorgulamaya başlar.

Bu nasıl mümkün olabilirdi? Bir anlık hatada bile saniyeler içinde ölümü tadabileceğin, yorgun ve bitkin bedenine en ağır işlerin yüklendiği, yazarın tabiriyle en temel insani haklardan bile mahrum kalınan bir toplama kampıydı burası. Böylesi bir ortamda insan nasıl şakalaşabilir, muhabbet edebilir veya yemek yiyebilirdi? Normal bir hayat süren, üstelik saygın bir doktor olan Frankl için tutuklandıktan 3 gün sonra toplama kampında yaşanan her şey onun normali olmuştu. Sabah kalkıp akşam yatağa (3 kişinin dönüşümlü kullandığı bir tahta parçası) dönene kadar durmadan ağır işler yapmak onun yeni yaşamının normaliydi.

“Kervanımızdaki hemen herkes afedileceği, her şeyin iyi olacağı yanılsamasıyla yaşıyordu.”

Toplama kampındaki tutsakların iki evresi dikkat çekiciydi.

  • İlk evrede ölümden korkulmuyordu.

İlk birkaç günden sonra gaz odaları bile dehşetini kaybediyordu. Ne olursa olsun bu dehşet onları intihar etmekten alıkoyuyordu.

  • İkinci evre duyarsızlaşma (duygu yitimi-apati) evresi.

Yanıbaşında parmağı kesilen bir tutsağa dönüp bakılmıyor, ölen bir tutsağın cesediyle yanyana günlerce kayıtsızca kalınabiliyordu.

Kitabın en can alıcı kısmı bana göre umut yitimiyle ilgili kısımdı. Tutsaklar yaz aylarından itibaren noelde kurtulacaklarına dair sebepsiz bir umuda kapılırlar. Ortada bunu düşünmelerini gerektirecek hiçbir sebep olmamasına karşın bu durum onları hayata bağlar, tüm zorluklara yakın zamanda kurtulacakları düşüncesiyle katlanabilmelerini sağlar. Ancak noelin yaklaştığı günlerde ve hemen sonrasında ölümler normalin çok üstüne çıkar. Umutlarını yitiren tutsaklar birer birer ölmektedir. Bu durumu gözlemleyen Frankl şu ifadelerle durumu özetliyor;

“Bir insanın ruhsal durumuyla vücudunun bağışıklık durumu arasında ne kadar yakın bir ilişki olduğunu bilenler, umut ve cesaretin birdenbire yitirilmesinin öldürücü bir etkisi olabileceğini anlayacaktır.”

Sevmenin şifasıyla ilgili düşüncelerine de değinmek gerek. Frankl tutsak arkadaşlarıyla beraber dondurucu soğukta tekmelerle yürürken aklına bir anda karısı gelir. Karısı yanında olmasa bile ona duyduğu sevgi onu ayakta tutar ve yaşama dair ona güç verir. Bu durumu şu ifadelerle anlatmaktadır;

“İnsanın özleyebileceği nihai ve en yüksek hedef, sevgidir.”

“Sevgi, sevilen insanın fiziksel varlığının çok çok ötesine geçer.”

3 senelik tutsaklığın ardından 2. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte kamptan sağ olarak kurtulan azınlıktan bir tanesi olur Frankl. Onu hayata bağlayan şeyler ise, umudunu hiçbir zaman yitirmemesi, yaşamaya dair sebeplerini sürekli olarak düşünmesi (ailesi, karısı vs.) olmuştur. Bana kalırsa Frankl’ı hayata bağlayan bir diğer sebep de onun bu zorlu zamanları bile zihninde bir deney ortamına dönüştürmesidir. Zihni hiçbir zaman durmaz ve her yeni olaya dışarıdan bir tanık olarak bakabilir. Düşünür, not alır ve kendi psikoterapi yöntemi olan “Logoterapi” yi geliştirir.

Tutsaklık dönemi bittikten sonra anlatılanlar da oldukça çarpıcıdır. Mantığımız bu hikayede 3 senenin sonunda kurtulanların coşkun bir sevinç yaşadığını söyleyecektir. Ancak durum böyle olmaz. Bu gerçeklik ilk önce tutsaklar tarafından tanımlanamaz. Tıpkı tutsaklığın ilk evreleri gibi burada da bir kayıtsızlık hali hakimdir. Tutsaklığın bitmesinin ardından yaşanan süreci Frankl’ın cümleleriyle anlatmak daha doğru olacaktır.

“Buna ilişkin (özgürlüğe) öyle çok hayal kurmuştuk ki, anlamını yitirmişti. Gerçekliği bilincimize işlemiyordu, özgür olduğumuz gerçeğini kavrayamıyorduk.”

“Kelimenin tam anlamıyla eğlenme, hoşnut olma yeteneğimizi kaybetmiştik.”

“Daracık hücremden Tanrı’ya yakardım, o da bana özgürlükle yanıt verdi.”

“Yıllar boyunca, olası her türlü acının mutlak sınırına ulaştığını düşünen bir insan, şimdi acının sınırı olmadığını ve daha çok, daha yoğun acılar çekebileceğini anlıyordu.” — Tutsaklar evlerine dönüp ailesinin diğer fertlerinin kamplardan dönemediğini gördüklerinde.

“Kampta hepimiz birbirimize dünyadaki hiçbir mutluluğun çektiğimiz acıları telafi edemeyeceğini söylemiştik.”

“Eve dönen tutuklu için, yaşanan onca şeyden çıkarılan onurlu deneyim, çekilen onca acıdan sonra Tanrı’dan başka hiçbir şeyden korkması gerekmediği yolundaki harika duyguydu.”

Logoterapi

Kitabın ikinci kısmı “logoterapi” yi anlatıyor. Logoterapi temelde; “Kişinin kendi yaşamında bir anlam bulma arayışı, insandaki temel güdülendirici güçtür.” görüşüne dayanır. Frankl yaşamdaki temel güdünün insanın hayatındaki anlam arayışı olduğunu ileri sürer.

“İnsan kendi idealleri ve değerleri için yaşayabilme, hatta ölme yetisine sahiptir.”

Bana göre, modern psikolojinin kurucularından Freud’un haz ve Adler’in üstünlük arayışı görüşlerine nazaran bu görüş çok daha manalı bir duruş sergilemektedir. Frankl ekolünde nevrotik hastalıkların kökeninde insanın yaşamdaki anlamı yitirmesi esas sebep olarak görülmektedir. Bu sebeple logoterapide hastaya kendi yaşamında anlam bulması için yardım etmek amaçlanır.

Örneğin; acılar içinde kıvranan hastalarına “Neden intihar etmiyorsunuz?” diye sorar. Bir hasta onu hayata bağlayan çocuklarından bahsederken, bir diğeri geçmişteki güzel anılarından bahsedebilmektedir. Verilen bu cevaplardan sağlam bir anlam ve sorumluluk örgüsü dokunabilirse kişinin hayata yüklediği anlam açığa çıkarılabilmektedir.

Frankl’a göre insan yaşamındaki anlamı 3 farklı yoldan keşfedebilir;

1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak

2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek

3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek

Eser Yaratmak

Yaşamda anlam bulmanın en kolay yolu olarak eser yaratmak gösteriliyor. Eser yaratmak ortaya bir şey koymaktır. Bir icat, bir nesil, bir teori, bir cümle, bir mizaç…

Sevginin Anlamı

Yaşamda anlam bulmanın yönetimlerinde biri insanlarla sevgi yoluyla etkileşim kurmaktır.

“Bir başka insanı, kişiliğinin en derinindeki çekirdeğinden kavramanın tek yolu sevgidir. Sevmediği sürece, hiç kimse bir başka insanın özünün tam olarak farkına varamaz.”

Acının Anlamı

Kitabın en çok üzerinde durduğu nokta acıya anlam katmak ve acıdan bir zafer çıkartmaktır. Bir durumu değiştirmeyecek noktaya geldiğimiz zaman kendimizi değiştirme yoluna gideriz. Örneğin, tedavisi olanaksız bir kanser gibi iyileşme şansı çok az olan bir hastalığı düşünebiliriz.

Frankl diğer tutukluların içinde bulundukları duruma karşı şu şekilde tavır aldıklarından bahseder;

“Bu kampta hayatta kalacak mıyız? Kalmayacaksak, bütün bu acıların hiçbir anlamı yok.”

Buna karşın Frankl kendi tutumunu şu şekilde özetliyor;

“Bütün bu acıların, çevremizdeki bunca ölümün bir anlamı var mı? Çünkü eğer yoksa hayatta kalmanın kesinlikle hiçbir anlamı yok! Çünkü anlamı böyle bir rastlantıya bağlı olan bir yaşam, nihai manada yaşanmaya değmez.”

Psikoloji, hikaye, felsefe okumalarını seviyorsanız çok keyif alacağınız bir kitap “İnsanın Anlam Arayışı”. Frankl 165 sayfanın içine üçünü de ustaca sığdırmayı başarabilmiş.

Son olarak kitapta altını çizdiğim bazı cümleler şu şekildeydi;

Kampta hepimiz birbirimize dünyadaki hiçbir mutluluğun çektiğimiz acıları telafi edemeyeceğini söylemiştik.

Yıllar boyunca, olası her türlü acının mutlak sınırına ulaştığını düşünen bir insan, şimdi acının sınırı olmadığını ve daha çok, daha yoğun acılar çekebileceğini anlıyordu.

Ruhsal baskıdan birdenbire kurtulan bir insanın ahlaki ve ruhsal sağlığı da hasar görebilir.

Daracık hücremden Tanrıya yakardım, o da bana özgürlükle yanıt verdi.

Kelimenin tam anlamıyla eğlenme, hoşnut olma yeteneğimizi kaybetmiştik.

Hiçbir grup sadece soylu yada sadece soysuz insanlardan oluşmaz.

Beni öldürmeyen şey, beni daha da güçlü kılar.

Ama ayrıca ölümlerin gerçek nedeni olabilecek bir şeye de değindi; umudun yitirilmesi.

Kendisini sevecenlikle bekleyen bir insanın ya da tamamlanmamış bir işe yönelik sorumluluğunun bilincine varan kişi, yaşamını kesinlikle bir yana itmeyecektir. Varoluşunun “nedenini” bilecek ve neredeyse tüm “nasıl” lara dayanabilecektir.

Bitirilecek ne kadar çok acı var.

Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi.

Acı duygusu, buna ilişkin net ve kesin bir tablo oluşturduğumuz an acı olmaktan çıkar.

Gözlerini kapayıp geçmişte yaşamayı tercih ediyorlardı. Bu insanlar için yaşam anlamsızlaşmıştı.

Gelecekte bir hedef göremediği için kendini çöküşe bırakan bir insan, yine kendini geçmişe yönelik düşüncelere dalmış buluyordu.

Eğer yaşamda gerçekten bir anlam varsa acıda da bir anlam olmalıdır. Acı da yaşamın kader ve ölüm kadar bir parçasıdır. Acı ve ölüm olmaksızın, insan yaşamı tamamlanmış olmaz.

Beni korkutan tek bir şey var; Acılarıma değmemek.

O gece özgürlüğe gittiğini düşünen arkadaşlarımız bu kampta kamyonlardan indirilip barakalara kapatılmış ve barakalarla birlikte ateşe verilmiştir.

Kamp sakinleri her ne şekilde olursa olsun karar vermekten ve bir şeye kalkışmaktan korkuyordu. Bu, kişinin kaderin kölesi olduğu, şöyle veya böyle kaderi değiştirmeye çalışmamak ve bunun yerine oluruna bırakmak gerektiği yolundaki güçlü bir inançtan kaynaklanıyordu.

Ama ben, bu bir kaç dakika içerisinde kaderimin bir kaç kere yön değiştirdiğinin farkındaydım.

Tutuklular, yalnız olmanın, kendileriyle veya kendi düşünceleriyle baş başa kalmanın, özel yaşamın hasretini çekiyorlardı.

Mizah, kendini koruma savaşında ruhun bir başka silahıydı.

Beni kalbine mühürle.. Sevgi, ölüm kadar güçlüdür.

Sevgi, sevilen insanın fiziksel varlığının çok çok ötesine geçer.

Dünyada hiçbir şeyi kalmayan bir insanın, kısa bir an için bile olsa sevdiği insana ilişkin düşüncelerle ne kadar mutlu olabileceğini anladım.

İnsanın özleyebileceği nihai ve en yüksek hedef sevgidir.

İnsanı en çok yaralayan şey fiziksel acı değil, haksızlığın, mantıksızlığın verdiği ruhsal ıstıraptır.

Kamp sakinlerinden birinin kendi sigarasını içtiğini gördüğümüz zaman, devam etme direncine olan inancını kaybettiğini anlardık ve yaşama iradesi bir kez kaybedilince bir daha kolay kolay kazanılamıyordu.

Herkesin düşündüğü tek bir şeydi; evinde kendisini bekleyen ailesi için yaşamak ve arkadaşlarını kurtarmak.

Mutluluk gibi başarının da peşinden koşamazsınız; kendisi ortaya çıkmalı ve kendisi oluşmalıdır.

Sizler de bu konuya katkı koymak isterseniz veya farklı geri bildirimleriniz olursa sosyal medya hesaplarım üzerinden ya da safa.orakci@ucgem.com.tr mail adresimden benimle iletişime geçebilirsiniz. Yazıyı beğendiyseniz “Alkışla” butonuna birkaç kez tıklamayı lütfen unutmayın.

M. Safa Orakçı

Üçgem Mekanik A.Ş.

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz;

Sign up to discover human stories that deepen your understanding of the world.

Free

Distraction-free reading. No ads.

Organize your knowledge with lists and highlights.

Tell your story. Find your audience.

Membership

Read member-only stories

Support writers you read most

Earn money for your writing

Listen to audio narrations

Read offline with the Medium app

Türkçe Yayın
Türkçe Yayın

Published in Türkçe Yayın

Kelimelerin gücüne inanan “Türkçe Yayın” içerik üreticiliğini desteklemek amacıyla yazarlara ve okuyuculara gönüllü destek sunan, kolaylaştırıcı bir yayındır.

M. Safa Orakçı
M. Safa Orakçı

Written by M. Safa Orakçı

Üçgem Mekanik A.Ş. Kurucu Ortağı - Makine Yük. Müh. (PhD)

No responses yet

Write a response